10 Eylül 2012 Pazartesi

Tünelin Ucunda Bir Karınca Eli

Üniversite sınavına ikinci defa girip yine  kazanamamanın mahcupluğu ile girecekti  orta halli evinin içine;
 aynı kasaba,aynı insanlar,annesinin babasının örnek gösterdiği başarılı bir yığın insan. kasaba garajına iki saat kadar bir süre kalmıştı "Otobüs şu yolu uzatsın hiç varmasın kasabaya" diye düşündü içinden hatta kaza yapmasını dahi diledi fakat dileğine "Sadece ben öleyim,bu insanlara yazık" diye de ekledi.Nerede hata yaptığını düşündü; aptal değildi,tam tersi liseyi üçüncülükle bitirmişti, yakışıklıydı, "Hah buldum işte" dedi içinden bağırarak. Evet ne zaman bir işe dört elle sarılmaya çalışsa bir güzel çift gözün esiri olduğunu ve o işi yarım yamalak sürdürerek bol aşık olduğunu düşündü, ilk okul sıralarından beri kızlar kendisine bakardı ve kendisi artık bu iş oldu dediğinde garip bir şekilde kızlar başlarını çevirir arkalarından deli divane koşmasını beklerlerdi; sorun bu dedi içinden. Archimedi hatırladı birden fizik dersinden kalkıp hamamdan dışarı koşuşunu ve "Buldum buldum" diye bağırmasını getirdi gözlerinin önüne,gülümsedi. Bir günün 12 saatini bir kız için düşünerek geçirdiği düşünülürse sınavı veya başka bir işi başaramamanın nedeni bu işte diye düşündü.

Otobüs kasabaya yaklaşmaya başladıkça yüreğinin gülümseyen bölümlerini giderek kasvet,karamsarlık kaplıyordu "Onlarda haklı" dedi içinden; koskoca  adam olmasına rağmen hala babasının vereceği on kuruşluk harçlığa mahkum yaşıyordu, hadi kasaba küçük de harcayacak pek yer yok ya büyük şehirde bu halde olsa ne yapacaktı."Senin neyine oğlum kızlara bakmak,aşık olmak" diye hayıflandı içinden, ne kadar çaresiz olduğunu düşündü, sıkıntıyla sınavda kullandığı kalemleri çıkarıp kırarak poşetin içine attı, otobüs çok keskin bir virajı dönüyordu bir kadının "Oy anam" deyişini duydu.

Söğüdün dalı kafasının üstüne inip sonra hafifçe kalkıyordu, bu nasıl bir rüzgar böyle sıcak dedi içinden, dudaklarına elini sürdü; kayaların büyük yarıkları gibi çatlamışlardı  fakat  susamamıştı kalkmak istediğinde söğüdün dalı çelimsiz vücudunu toprağa doğru çekiyordu, etrafına baktı; uçsuz bucaksız bir ovanın ortasında bir kendi vardı birde altında oturduğu söğüt ağacı, elindeki poşeti açtı sadece kırılmış kalem parçaları vardı. Bir kalem parçasını alıp toprak üzerine belli belirsiz çizgiler çizdi sonra bitkin bir şekilde söğüde yaslandı anlamsız bir şekilde uçsuz bucaksız ovayı izlemeye koyuldu. Manzaranın hipnoz edici etkisiyle halsiz bir şekilde kendini uykuya teslim edecekken kalemle çizdiği yerden bir karıncanın başını çıkardığını gördü, belleğinde ki karınca görüntüsüne göre çok büyüktü ve kalemiyle çizdiği bölümden sadece başını çıkarabiliyordu, bir süre tamamen çıkmaya çalıştıysa da başaramadı. Elindeki kalemle karıncanın çıkmaya çalıştığı oyuğu genişletmeye çalıştı fakat çok bitkindi söğüde yaslanıp karıncanın çabasını izlemeye koyuldu; karınca çabaladıkça toprağa kanı bulaşıyordu.

Kalemi ile oyuğu tekrar genişletmeye çalıştı, tüm gücünü toplamaya çalışıyor bir taraftan da söğüdün dalının vücudunu sarması nedeniyle çok kımıldayamıyordu.Yine de daha bir azimle karıncayı bulunduğu yerden kurtarmaya çalıştı ve birden karıncanın bulunduğu oyuk genişledikçe söğüt dalının vücudunu biraz daha bıraktığını fark etti, bir kalem parçası kırılınca diğerini kullanmaya devam etti, ter içinde kalmıştı ve çok güçsüzdü. Karıncanın sadece ayak bölümü kalmıştı, oyuğu açmaya devam etti ve artık karınca tümüyle kurtulmuştu kan içinde kalmış vücudu ile karşısında durup dikkatli bir şekilde kendisine baktığını gördü, söğüt dalı ise kendisini tamamen bırakmıştı.Yorgun bir şekilde söğüde kendini dayayıp dinlenmeye çalışırken karıncanın çıktığı oyuğun bir tünel gibi giderek genişlediğini gördü. Karınca tünele doğru yavaş yavaş yürümeye başladı, bir taraftan da dönüp arkasına kendisine bakıyordu, halsiz bir şekilde sürüne sürüne karıncayı izlemeye koyuldu. Tünelin ağzına geldiğinde gözleri kamaştıran bir ışıkla karşılaştı.

"Oğlum ne olur kendine gel, Fevzi bırakma bizi" diyerek dövünüp ağlayan annesini gördü başucunda, babası karşıda bir sandalyenin üstünde başını elleri arasına almış ağlıyordu. Kımıldamak istedi kımıldayamadı; her yanı sargılar içindeydi. "Anne" diyebildi sadece. Annesi ağlama sevinme ifadeleri birbirine karışmış yüz ifadesi ile "Doktor, oğlum kendine geldi" diye bağırırken, sargılı koluna baktı; bir karınca usul usul omuzlarına doğru yürüyordu...

5 Ağustos 2012 Pazar

Aşk ayrılığı yanında taşır

İstanbul' un havasını hep böyle olduğunda daha çok sevdiğini düşündü; gri bir gökyüzü, rüzgara karşı uçuşan martılar ve bereketli denizi yaran balıkçı teknelerinin tenekeye ritimli vurulur gibi çıkardıkları motor sesi.
"Bu kez artık söylemeliyim" diye geçirdi içinden. Her buluşmalarının öncesinde olduğu gibi hazırladı içinde bütün söyleyeceklerini. Bir şehir hatları vapurunun köpürttüğü denize bakarken söyleyeceklerinin ilişkilerini aynı bu suyun köpürdüğü gibi değiştirebileceğini düşündü.

Öyle dalgınca düşünürken göz hizasında durmuş kendisine bakan Gül' ü gördü. Ellerini beyaz mantosunun cebine koymuş bir yandan rüzgarın savurduğu saçlarını düzeltmeye çalışırken kendisine gülümsüyordu. Düşündüklerinin Gül tarafından hissedilmiş olmasından korkarak bir an irkildi Sedat. Hava hafif yağmur çiseler hale dönüşmeye başlamıştı. Gül şemsiyesini açarak Sedat' 'ın koluna girdi:

-Yani bende düşünmesem ıslanacağız bir güzel. Dedi, elindeki şemsiyeyi daha çok Sedat' ın üzerine tutarak.

Sedat hiç bir şey söylemeden Gül'ü beline sarıldı ve şemsiyenin yüzlerini örtmüş olmasından yararlanarak uzun uzun öptü Gül' ü.

Yağmur şiddetini artırmıştı, vapurdan inen yolcular sığınabilecekleri yer ararken bir ölüm kalım halini yaşıyor gibi bir manzara oluştururcasına kaçışıyorlardı. Sedat, Gül' ün yanınadan uzaklaşıp iskele demirine dayandı. Yağmur damlaları taranmamış saçlarından yanaklarına süzülüyor ve o anda akan gözyaşlarını da alıp sanki hiç bir şey olmuyor ve herşey yolundaymış gibi bir yüz ifadesi oluşturuyordu Sedat' ın yüzünde.

-Islanıyorsun. Dedi Gül, şemsiyeyi Sedat' ın üzerine tutmaya çalışırken.

Gül' e arkasını döndü Sedat. Aklındakilerini söyleyecekken Gül' ün yüzüne bakacak cesareti yoktu.

-Neyin var Sedat? Dedi Gül, korkulu bir ses tonuyla.

-Seni artık bütün yaşam hırsın, şöhret budalalığınla birlikte başbaşa bırakıyorum. Dedi Sedat, kararlı bir ses tonuyla.

Bir kaç martının çığlığı duyuldu uzaktan, bir balıkçı teknesi bozuk motoru ile havayı yırtarcasına canhıraş sesiyle geçip gitti yanıbaşlarından.

-Sana hep söyledim Sedat, oyunculuk benim işim, hayatım tıpkı sesin gibi. Dedi yalvarır bir ses tonuyla.

-Benim gibi değil mi, benim kadar önemli öyle mi? Dedi Sedat yüzünü Gül' e dönerek.

-Ya işin tuhafı beni de götürdün o setlere, elin herifleri senin yüzünü okşayıp, öperken bu bir sanat diyerek bana da izlettirdin diye bağırdı, Gül' ün bir şey söylemesine fırsat vermeden.

Yağmur artık su birikintilerine değdikçe ses çıkarırcasına yoğun yağıyordu. Sedat arkasını döndü ve akan gözyaşlerını artık yağmurun yıkamasına fırsat vermeden kendisi sildi elleriyle. Arkasında gittikçe uzaklaşan hıçkırık seslerini duyuyordu.

27 Temmuz 2012 Cuma

Elde var ne?


Kapıcı "Kimi arıyorsunuz" diye sorunca durdu;

-Evladım, kızım burada oturur; Senem
-Amca bey  üç senem var apartmanda sen hangi senemi arıyorsun diye sordu kapıcı ukalaca
-Eşinin adı Adnan, dedi İsmet bey kapıcının alaycı tavrının farkında bir biçimde kendinden emin olmaya çalışarak
-Ha! bizim Muhasebeci Senem abla, öyle desene bey amca, gel gel seni götüreyim dedi ve İsmet beyin elindeki çantayı çarçabuk çekip aldı elinden ve kapıcı önde İsmet bey arkada çıkmaya başladılar dik merdivenleri
-Yeni boyadık buraları biraz boya kokusu bundandır dedi kapıcı
-Evladım kaç kat çıkacağız dedi İsmet bey daha iki kattan sonra nefes nefese.
-Ho ho daha dört kat var amca bey, sen daha yolun başında yoruldun, istersen biraz bekleyelim bak yüzünde kireç gibi oldu.
İsmet bey içinden “çattık” dediyse de sessiz kalmayı tercih etti ve bekleyen kapıcıyı geçip merdivenleri daha hızlı çıkmaya başladı.
-Vay amcabey yarış istiyon ha, hadi bakalım dedi kapıcı sırıtarak
Nefes nefese kata geldiklerinde İsmet bey de oraya çöküp oturma isteği oluştu fakat kapıcının dik dik yüzünde yorgunluk arayışını boşa çıkarmak için gülümsedi
-Geldik mi dedi kapıcının zile basmasıyla birlikte
-Burası dedi kapıcı saygılı bir tavır takınıp
Kapıyı İlgi açtı telefonundan mesaj çekmeye devam ederek
-İlgi bak kim geldi dedi kapıcı sırıtarak
-Beni hatırlamaz dedi mahçup bir ses tonuyla İsmet bey
İçerden bir diskoyu andıracak derecede yüksek volümlü müzik sesi geliyordu. İlgi mesajı göndermenin memnuniyeti ile ilk defa İsmet beye baktı
-Buyurun kime baktınız diye sordu soğuk bir ses tonuyla
-Ben Senemin babasıyım dedi İsmet bey belli belirsiz ses tonuyla
Karşılaştığı manzara nedeniyle bir an gitme isteği oluştu İsmet beyin içinde, belki giriş katı felan olsaydı giderdim diye düşündü
-Annem yok evde bir saate kadar gelir dedi ilgi aynı soğuk ses tonuyla ve yeniden mesaj çekmeye devam etti. Sonra bir an annesiyle sorun yaşamak istemediğini düşünüp
-Buyurun geçin kendisi bir saate kadar gelir
-Hadi ben kaçıyorum dedi kapıcı merdivenleri birer ikişer atlayarak hızlı bir şekilde inmeye başladı.
-sağ ol kızım dedi İsmet bey utangaç tavırlarla ayakkabılarını çıkarıp eve girerken
İlgi telefonla uğraşırken etrafına bakındı dikkatlice; hemen hemen hiç fotoğraf yoktu,daha çok şarkıcı posterleri felan asılmıştı
-Oğlum senin kafa yine kördüğüm olmuş bağcıklarını çöz; mesajdan anlamadın mı herifin biri gelmiş annemin babası mıymış neymiş dedim anlamadın mı dedikten sonra biraz mahcup İsmet beye baktı.
İsmet bey önemli değil gibisinden gülümseyerek başını salladı.İlgi tekrar  bir numara arayarak kendi odasına geçip kapıyı kapattı.
İsmet bey biraz şaşkın bir şekilde kalıp daha sonra dirseklerini dizlerine koyarak başını elleri arasında biraz sıkarak ofladı. Öylece eski bir radyonun üzerindeki oyaya baktı, hiç tepki vermeden hipnoz olmuş gibi öylece kaldı,dakikalar sonra omzunda kızı senemin elini fark ederek kendine geldi.
-Baba, ne o cezaevi duvarımı belledin evimin duvarını da dedi ve gülümseyerek şaşkın bir şekilde ayağa kalkan İsmet beye sarıldı.
-Oy babam ne uzun zaman oldu sarılmayalı dedi ağlamaklı
-Nasılsın kızım dedi İsmet bey senemin yanağını avuçlayıp.
-Nasıl olayım baba dedi sinem yorgun bir ifadeyle koltuğa gömülüp
-İş güç, hayatın meşaketleri,beni boş ver de sen kendini anlat ne zaman çıktın?
-Dün dedi bakışlarını senemden kaçırarak
-Baba inan gelmek istedim seni karşılamaya da biliyorsun Adnan’la boşanma davamız devam ediyor
-Anlıyorum seni kızım,sağ ol hep geldin ziyaretime.
-Gelmez miyim babam benim dedi senem, yerinden kalkıp ismet bey’in yanına geldi ve ellerini avuçladı.
-Ah babam, ah!  dedi ismet beyin yüzüne bakıp ağlamaklı
-Annem görseydi çıktığını ne derdi sence?
-Dünya’yı kurtaran adam çıktı derdi herhalde...Belli belirsiz gülümsedi
-Ya babam sana hep öyle derdi annem... dedi senem, boğazı düğümlenmiş bir ses tonuyla.
-Önce mezarına gittin değil mi baba?
İsmet bey yanaklarından süzülen gözyaşlarını silerken mahcup bir şekilde başını salladı.
-O seni aslında hepimizden daha fazla anladı baba, merak etme dedi Senem babasının yanağında ki gözyaşları mendiliyle silerken
İlgi bir hışımla odasından çıktı
-Anne ben şu dangalağı görmeye gidiyorum...
-Hangi dangalağı diye sordu senem alışkın bir ses tonuyla
-Kaç dangalak var ki tabi Ekrem, kendini camdan atacakmış gitmezsem... dedi İlgi çıkarken
İsmet bey şaşkın şaşkın İlginin arkasından baka kalmıştı. Sinemin;
-Şaşırdın değil mi baba sorusu ile şaşkınca sineme baktı
-Hey babam hey, bak sana bir an anlatayım; hep tutuklanıp götürülen bir baba, çıldırma noktasına gelmiş bir anne ve bir şey yapmak isteyen fakat minicik dünyasında çaresiz kalan bir çocuk, kıyametini yaşayan bir çocuk ve sonraki yıllarda babasını demir parmaklıklar arasında görmeye alışmış bir genç kız...
Durdu senem ve bir sigara yaktı
-Sence baba nasıl bir evlat yetiştirir, dünyanın bütün sorunlarını kendi sorunları bilmiş ve hayatın mahvetmiş bir babanın mı yoksa acı çekmesin de varsın nasıl yaşarsa yaşasın yaşam anlayışını mı örnek alır?
Bir an durup babasının mimiklerinde tepkisini anlamaya çalıştı
-O acı çekmesin istiyorum baba, evet görüyorsun dünyadan haberi yok, 17 yaşında ve hala bir çocuk fakat acısız bir hayatı olan bir çocuk...
Ağlamaklı bir şekilde babasının karşında ki koltuğa gömüldü
-Şu radyoyu neden saklıyorum biliyor musun? O acıları yeniden hatırlayayım diye çünkü sizin tutuklandığınız, hüküm giydiğiniz hep bu  radyodan veriliyordu. Dünya daha iyi bir dünya olamadı baba, biz acı çektik,annem kanser oldu fakat dünya daha iyi bir dünya olamadı
İsmet bey  yerinden kalktı pencereye doğru yürüdü ve elini ceplerine koyup dışarıyı izlemeye koyuldu
Bir yanı çökmüş çöken yanını izlesin diye ayakta durmaya çalışan bir eski gecekonduya benziyordu; yerine gökdelen dikilmeyi bekleyen anılarını duvarlarının içinde saklayıp sonsuza götürmeye çalışan...

8 Temmuz 2012 Pazar

Gitmek Sanal Ayrılmaktır

Çok huzursuz olduğu bir gün daha yaşıyordu. Oysa her şeyi vardı işte; iyi bir eşi,işi,parası,pulu. Bir an anne ve babasının beklentilerini karşılamış hissine kapıldıysa da her zaman ki gibi beyninin arka taraflarına doğru "Beyin çöplüğü" dediği yere gönderdi bu düşünceyi. "Yaşam bilgisayarda yaptıklarımıza benzer durumlara izin verse" diye düşündü; bir daha hiç hatırlamayıp çöp kutusuna atacak ne çok şey vardı. Beyin öylemi; çıkarıp çıkarıp getiriyor bir şeyleri derinden. "İnsan ne garip bir yaratık" dedi içinden; neden şu beynimize söz geçiremiyoruz ki? Gece oldu mu "Gündüz güzel güzel yaşadın beyefendi ,hadi buyur; şimdi hatırlama zamanı" diye bağırıp durur kafasında ince bir kadın sesi. "Böyle zor işte" dedi içinden, oysa ne kolay olmuştu ilk yıllarda; "Nerede gerçekleşmişti o son" diye hatırlamaya çalıştı. "Bu hatırlamaya çalışmak bile sahte işte, öyle bir hatırlıyorum ki" diye bir acı geçti yüreğinden; her defasında bu duyguyu elektrik akımına benzetiyordu; binlerce volt akıma kapılmış gibi oluyordu.
-Erkan yemek hazır... diye seslenişini duydu karısının içeriden.
Hazır...hazır diye tekrarladı içinden. Bir an büyük bir otelin restaurantında  müşterileri memnun etmeye çalışan     beyaz önlüklü bir aşçı gibi düşündü eşini. Sonra bir acımak geçti yüreğinden; her yemekte "Nasıl olmuş"diye gözlerinin içine bakışını ve "Çok beğendim" karşılığını alınca büyük bir meydan muharebesini kazanmış bir kahraman edası ile gülümseyişini hatırladı.Kim bilir kaç evde bu tiyatro böyle sürüp gidiyor diye düşündü. Bu esnada eşi Dilay tabağına farklı yiyeceklerden katmakla meşguldü. Evet, dedi içinden kadınlar kesinlikle bir erkeği fethetmekle ilgili hep annelerinin stratejini uyguluyorlar, mideyi ele geçirip erkeğin kalbine uzanmaya çalışıyorlar. Bir an pişman oldu düşündüğü nedeniyle; hepsi değil, dedi içinden. Sakine mesela, dedi; düşüncesini dahi kısık seslere bölerek, aynı evi paylaştıkları öğrencilik döneminde bir kaç yemek yapılıyorsa onları da kendisinin yaptığını düşündü. Pekiyi de neydi farklı olan diye sordu kendine düşüncesi ağzından yanlışlıkla çıkar diye yemek yemeyi durdurup, şiir okurduk, müzik dinlerdik, bir enerji geçerdi ikimizin ruhu arasından; evet evet enerji, dedi yeni bir buluş yapmış gibi. Sonra bir an dönüp odanın her yanına baktı;
-Burada mıyım... dedi belli belirsiz  ses tonuyla
-Değilim...diye cevapladı.
Bu arada Dilay "Hımmm dolma da çok güzel olmuş" "Erkan ölümü öp kabak tatlısından da al" gibi cümleler kuruyor ve cümleler bir mutfağın davlumbazı tarafından çekiliyormuş gibi evin içinde kimseye dokunmadan uçup gidiyordu...